Bu sene Premier Lig’de normalin aksine Chelsea’yi merak etmeye başladım. Normalde bir Liverpool taraftarı olarak Liverpool’u ve en büyük rakibimiz Manchester United’ı daha fazla takip ederdim. Son senelerde fazlasıyla iyi gitmesi sebebiyle Manchester City de bu listeye zaten girmişti. Şampiyon olmamızı engellese de Guardiola ve City’yi gerçekten çok çok beğeniyorum. Az malzemeyle güzel yemek yapmak hep daha çok önemsense de Guardiola parayı basıp çatır çatır kurdu takımı. Chelsea ise bu seneye hiç para güzel yemek parolasıyla başladı.
İtiraf etmek gerekirse Sarri’nin bırakması ve teknik direktörlüğe Lampard’ın getirilmesi ve zaten halihazırda 2020 yazına kadar olan transfer yasağı durumu nedeniyle bu sene ilk altıya bile giremezler diye düşünüyordum. Bunlar yetmezmiş gibi Hazard’ın takımdan ayrılıp Real Madrid’e gitmesi de güçlerinde büyük bir eksilme yaşattı.
Son Beş Senenin Transfer Durumu
Bu yaz döneminden önceki beş yaz döneminin (14/15–18/19) en çok transfere para harcayan üçüncü kulübü olmuşlar. Juventus, Manchester United ve PSG gibi takımlardan daha fazla para harcamışlar. Ancak bu parayı harcarken de para kazanmayı ihmal etmemişler. Yine aynı dönemler arasında transferden en çok para kazanan takımlar arasında Monaco’dan sonra ikinci oldular. Bu beş senelik dönemde çok fazla 21 yaş altı oyuncuyla sözleşme imzaladıkları için transfer yasağı aldılar ve bu yaz döneminde transfer yapıp kadroyu güçlendiremediler.
Bu beş sene içinde 2 kez Premier Lig şampiyonu oldular.
Takımın Son Hali
Sezon sonunda ligi üçüncü bitirse de Sarri yönetimdeki Chelsea UEFA Avrupa Ligi’ni kazanmayı bildi. Bu kupa zaferinin ardından transfer yasağı ve Sarri’nin gitmesi derken takımının gücünde zayıflamalar başladı. Geçen sezonun kilit oyuncusu olan ve takımın tartışmasız en büyük yıldızı Hazard Real Madrid’e satıldı. Stoper David Luiz de Arsenal’a satıldı.
Yasak gelmeden önce Borussia Dortmund’dan alınan genç yetenek Pulisic ile o eksiği kapatmaya çalışacaklar. Ayrıca Real Madrid’den kiralık olarak gelen Kovacic’in de bonservisi alındı.
Güç Kaybeden Bir Chelsea
Chelsea Hazard’ı kaybetse de diğer önemli yıldızlarını elinde tutmayı başardı. Ne olursa olsun bu takımda hala Kante, Jorginho ve Pedro gibi üst düzey oyuncular bulunuyor.
Bu sene, yasak nedeniyle gelen oyuncu transfer olmayacağını bildiğim için kadronun bu şekilde olmasını bekliyordum. Yıllardır alıştığımız Chelsea kadrosunun Pulisic hariç aynısı.
Hazard’ın ardından hücum başrolü ve yöneticisi görevinin sol kanattan sağ kanada, Pedro’ya geçeceğini ve geçen seneye göre daha az etkili olacaklarını düşünüyordum.
Orta saha ise bence hala kaliteli çünkü ellerindeki isimlerden hiçbirini kaybetmediler.
Defanstaki David Luiz’in eksikliği ise bence takıma çok büyük etki etmeyecek bir düzeyde. Zouma bu sene beklenen patlamayı yapabilir.
Geçen sene de muhteşem olmayan bu kadroya takviye yapılamaması ve ellerindeki malzemeden en etkili yemeği yapan Sarri’den yoksun olmaları çok büyük dezavantaj.
Genç Futbolcular Genç Hoca
Chelsea’nin başına geçen kulüp efsanesi Frank Lampard, futbolcu olarak kendini kanıtlamış olsa da teknik adam olarak henüz hiçbir başarı elde edemedi ve tecrübesi de yok. Lig şampiyonluğu için iddiası olmayacağını düşünüyordum ki Lampard da öyle düşünmüş olacak ki genç yıldızları kendisi ile birlikte takıma getirdi.
Bunu bekleyen var mıydı bilmiyorum ama ben çok şaşırdım. Takımı kurarken yanında getirdiği 21 yaş altı oyunculara çok güvendi ve haksız da çıkmadı. Lampard; Tammy Abraham ve Mason Mount gibi 21 yaş altı oyuncuları direkt ilk onbire koydu. Son maçta ise bu iki gence artı olarak stopere Tomori’yi ekledi.
Bu yazıyı yazma kararını zaten son maçtan sonra verdim. Lige başlamadan önce Liverpool’aSüper Kupa’yı kaybeden ve ligin ilk maçında ManU’dan 4 yiyen bir Chelsea, galiba bu sezon çok kötü olucaklar dedirtmişti. Ancak ardından gelen güzel ve cesur oyun ile takım toparlanmaya başlamıştı. Bu hafta ise Wolverhampton gibi zor bir deplasmana gittiler. Çok keyifli olacağını düşündüğüm için bu maçı doksan dakika izledim ve haksız çıkmadım. Tam 7 gol izledim ve deplasmanda Chelsea 5–2 galip geldi. Bu maçtan sonra anladım ki beklediğim kadar kötü bir takım olmayacaklar. Keyifli, açık, cesur ve enerjik bir Chelsea bu sezon her takıma gol atabilecek ancak her takımı yenemeyecek güçte.
Goller Gençlerden
Chelsea bu sezon Premier Lig’de 5 maç oynayıp toplam 11 gol atarken bu gollerin tamamını 21 yaş altı takımdan gelen oyuncular attı. Bu gollerin 7 tanesi Tammy Abraham, 3 tanesi Mason Mount, 1 tanesi ise Tomori’den geldi. Bu üç oyuncu da Chelsea alt yapısından yetişti ve Lampard ile birlikte artık tüm dünya tarafından tanınır hale geldiler.
Avrupa’nın En İyilerinden Biri
Lampard’ın özel isteğiyle aldığı ve Giroud’un önünde görüp ilk on bire koyduğu Tammy Abraham attığı 11 gol ile Avrupa’nın en büyük beş liginde en çok gol atan oyuncu oldu ki bu benim için çok büyük bir süpriz. Onun gol sayısına yetişen sadece Agüero ve Lewandovski var.
Sonuç
Sonuç olarak hala çok büyük başarılar beklemiyorum ve bunu beklemenin de haksızlık olacağını düşünüyorum. Bu takım sene başında hiç maçını izlemek istemeyeceğim bir takımken şu anda maçlarının zevkli olacağından emin olduğum bir takım haline geldiler. Lampard daha şimdiden ileride iyi bir teknik direktör olabileceğini gösterdi ve yanına aldığı iki genç ile beraber parlamaya devam edebilecek gibi. Bu takımın Premier Lig’de ilk dörde girmesini başarı olarak göreceğim.
Şampiyonlar Ligi’nde ise dişlerine göre bir kura çektiler. İlk torbadan Ajax’ı, üçüncü torbadan Lille’i ve son torbadan ise Valencia’yı çektiler. Bu gruptan çıkabileceklerini düşünüyorum ve grup maçlarından evinde olanları özellikle izlemek istiyorum.
Başarılar Frank Lampard. Darısı Steven Gerrard’ın başına…
İstatistik bilgileri için kullandığım site: Transfermarkt
Kansız Kvothe — Selim Can Ermiş @2019 Medium Linki
En baştan şunu belirteyimki ben her defasında bu ismi uzun uzun yazmayacağım ve zaten bu yazıyı birisi okursa o da her defasında uzun uzun okumayacaktır. O yüzden kısaca “Three Bilboards” demek istiyorum.
Herhangi bir şekilde sinema konusunda ahkam kesecek kadar bilgim yok, zaten haddime de değil. Benden görüntü yönetmeni şuymuş dememi falan kimse beklemesin zaten hayatımda hiçbir görüntü yönetmeni ismi bilmiyorum. Bu da benim ayıbım olsun. Sahne, plan, çekim, sekans gibi sinema terimlerinin bol kullandığı bir yazı da olmayacak. Sadece bu filmi izledim ve üzerinden 3 gün geçmişken bir yerlere not edeyim düşüncesiyle yazıyorum. Ayrıca eğer o kadar ısrarıma rağmen Hilal bu filmi de izlemeyip Friends’i sekizinci tekrara alırsa diye ona, izleyene kadar, sürekli atmalık bir link olsun istiyorum.
Eskiden şimdikine göre çok daha fazla film izler ve en azından o senenin en çok izlenenlerini (bana uyarsa) izlemeye çalışırdım. Bu filmi çok fazla kere görmeme rağmen çıktıktan iki sene sonra izleyebildim. Kapağında olan çeşitli ödül aldık, biz kaliteli filmiz imaları ben de hep ters etki yaptı. Ödül almışsa kesin bana uymuyodur gibi saçma sapan bir düşünceye sahiptim ve fragmanını bile izlemedim. Hiçbir şekilde tavsiye almadan, dur bir film izliyim diye araştırmaya çıkmadan, tamamen internette gördüğüm bir poster sonrası izleme karar verdim ve posteri görmem ile filmi izleyip bitirmemin arası iki saat sürdü.
Gördüğüm poster de bu poster. Normal posterinden bence çok farklı ve en güzeli üstündeki “ödül aldık biz abi Venedik film festivalinde oturmadan beş dakika bizi alkışladılar” damgaları yok.
İsmi zaten insanı meraklandıran bir filmken bu posterle iyice meraklandım ve izlemek istedim.
Diğer postere bakınca küçük bir kasaba, şefler, polisler var iyi polis - kötü polis gibi şeyler düşünüyodum ve salak gibi hiç de açıp fragmana bakayım gibi gayet lüzumlu işlere kalkışmıyodum.
Kadın Başrol Oyuncusu
Yukarıdaki posterden de anlayacağımız gibi başrolümüz bir kadın. Hatta filmdeki oyunculuğu sayesinde artık Oscar ödüllü bir kadın oyuncu olan France McDormand.
2017 senesi önce başrolünde kadın olan 5 güzel film söyle deseniz; Kill Bill 1, Kill Bill 2, Black Swan, A Million Dollar Baby diyip başka güzel film var mı? düşünmeye başlardım. Başka güzel bulamayıp, mecburiyetten, Amelie falan derdim çünkü kadın başrolü olan film sayısı çok çok az. Belki bunlara Açlık Oyunları ve TombRaider serileri eklenebilir ama yine de yeterli değil. 2017 senesiyle birlikte iyi veya kötü de olsa La La Land, Annihilation, Lady Bird, Red Sparrow, Bird Box, I Tonya, Oceans 8, Shape of Water gibi başrolünde kadın oyuncu olan filmler çoğalmaya başladı.
Kısaca Tanıtım Yapmak Gerekirse
Missouri eyaletinin Ebbing adındaki küçük bir kasaba da geçen hikayede kızının tecavüz edilip öldürülmesi üzerine adalet arayışına giren bir kadının hikayesi anlatılıyor. Bu olayın ardından hiçbir insan yakalanıp ceza almamıştır ve tüm kasaba bu konuda üzgün olduğunu söylese de kimse hiçbir şey yapmamaktadır. Bu konuda ailesi dahil kimsenin çabalamadığını düşünen başrol karakter Mildred Hayes, kasaba polislerinin de olayı araştırmak yerine siyahi insanlara zorluk çıkarmakla meşgul olduklarını düşünmektedir. Olayın üstünden 7 ay geçmesine rağmen hiçbir gelişme olmayınca Mildred daha fazla dayanamaz ve Ebbing çıkışındaki üç reklam panosunu kiralayıp afiş astırır. Bu afişler sayesinde kasaba halkının daha da olayın içine gireceğini ve kızına yapılanları bulmak için polislerin de harekete geçeceğini düşünür.
Bunu yapmak için de bir insana okları çevirmek ister ve bunun için de doğal olarak polis teşkilatı şefi Bill Willoughby’i seçer. Ancak kasaba halkı Willoughby’i çok sever ve onun bir suçu olmadığını düşünür. Film boyunca kızını kaybetmiş bir annenin olayı aydınlatmak ve polisleri harekete geçirmek adına yaptıklarını izliyoruz. Bu yorucu yolda kasaba halkı ve polislerin haricinde eski eşi ile çocuğu bile ona yardımcı olmamaktadır.
Öfkeli Anne
— Spoiler —
Filmi açıp ilk on dakikasını izleyince konuyu ve aslında olayın gidişatını biraz öğrenmiş gibi oluyosun ama bu asla kötü bir durum değil hatta benim için aşırı güzel bir durum oldu. Yaralı bir annenin bu işin peşini ne olursa olsun bırakmayacağına daha ilk on dakikadan emin oluyoruz. Kasaba halkının ve polislerin iyice durumu kabullenip olayı örtmeye başlamasına zaten sinirli olan Mildred, ailesinin de yanında olmadığını bildiği için tek başına bir şeyler yapmak ister ve evinin olduğu yoldaki eski bilboardları kiralar. Üç bilboarda sırasıyla yazılar yazdırır ama en önemli olan durum kasaba şefinin ismini vererek aslında tüm kasabaya soru sormasıydı. “Ölürken tecavüze uğradı.”, “Hâlâ kimse tutuklanmadı mı?”, “Bu nasıl olur şef Willoughby?”
“HOW COME, CHIEF WILLOUGHBY?”
Şef Willoughby, Mildred’dan sonra olayı en çok aydınlatmak isteyen kişi durumda ama pozisyonu gereği bu olayı aydınlatamadığı için tüm sorumluluk onda kalıyor. Hatta bana göre Mildred’ın eski kocası ve çocuğu dahil kimse bu kadar çok istemeyez. Willoughby pankreas kanseri olduğu için zaten çok kısa süresi kalmış ve son günlerinde dahi olsa bu olayı aydınlatmak için çalışmaktadır.
Mildred’ın kasabanın tüm polis teşkilatına karşı gelişini, polislere karşı dik duruşunu ve yeri geldiğinde polis karakolunu bile yakabileceğini görmüş oluyoruz. Bu olaylar gelişirken iyiden iyiye Mildred ile birlikte siz de bu gidişata karşı koymak istiyosunuz. Kasabada yaşadığı toplum baskısı ve insanların onu dışlamasına karşı sen de kendini dışlanmış ve yalnız kalmış hissediyosun. Film akarken acaba bu kadar insan beni sevmese, beni görünce benden kaçsa hatta beni kasabadan kovmak için çabalasa acaba bir gün daha kalır mıydım diye düşünüyosun? Ama bir yandan da olayı aydınlatmak için neler yapabiliriz? ya da bundan sonra bir daha olmaması için neler yapılmalı? gibi düşüncelere de kapılıyosun. Bir ara Mildred’ın gerekirse tüm dünya da doğan herkesin dna örneği alınsın ve saklansın fikrine çok sıcak bakmaya başlıyosun.
Şef ile sorgu ordasında oldukları sahne filmin en etkileyici sahnelerinden biriydi. İzlerken şefin dişçiyi hiç önemsemediği zaten belliydi, aslında ikisi de bak biz iyi taraftayız demek için can atsa da karşı karşıya gelmişlerdi. Ama o kan öksürme olayıyla birlikte tüm duygular aniden değişti. Şefin özür dilemesi ve Mildred’in tüm şefkatiyle yardım etmeye çalışması aslında şefin zor durumda kalınmasıyla da belki açıklanabilir. Bence şefin ne kadar iyi biri olduğunu zaten Mildred da biliyo ama bu işi çözmesi gerekenin de o olduğunua inandığı için ölecek de olsa ona yüklenmeye devam edeceğini gösteriyor.
Şefin intiharı, intihar mektubunda eşine “eğer varsa cennete gidiyorum yoksa da senin yanın zaten benim cennetimdi.” demesi, ardında üç kişiye (eşi, Mildred ve Dixon) mektuplar bırakması, başlarda saf kötü olduğunu gördüğümüz memur Dixon’ın şefin ardından yıkılması, şefin eşinin Mildred ile konuşmasında “eşinin intihar ettiği günün sabahında ne yapılır bilemiyorum.” demesi ama Mildred’ın kızının ölümünün sabahından bahsetmemesi, bilboardlar yandığında Mildred’ın bilboardlar arasında koşuşturması gibi birbirinden etkili birçok sahne olan bu filmi izlediğim için çok mutlu oldum. Herkese de tavsiye ediyorum. Kesinlikle izleyin izlemezseniz çok şey kaybedersiniz gibi bir durumu olmayan “bakın benim bir hikayem” var diye o hikayeyi bize anlatan güzel bir film.
En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu Oscar’ı
Filmde Dixon rolünde oynayan Sam Rockwell büyük başarısıyla En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu Oscar’ını kazandı ve bence son derce haketmiştir. Haketmiştir diyorum çünkü rakipleri kimdi? nasıl oynadılar? gibi bilgiler bende yok.
Filmde çoğu karakter, film boyunca, başta tanığımız gibi finale kadar geldi. İçlerinden sadece biri köklü değişime uğradı o da memur Dixon. Hem de normal bir değişim değil çok fazla özelliği çok çok kısa zaman içinde değişime uğradı. Film boyunca Dixon rolünü iki farklı oyuncu oynuyormuş gibi bile hissedebilirsiniz. Filmin akışı içinde bir tane saf kötü karakter bize gösterildi. Bu saf kötü karakterimiz olan Dixon; babası tarafından terk edilmiş, annesiyle yaşayan, en büyük başarısı polis olmak olan, fazlasıyla ırkçı, patavatsız ve görgüsüz bir karakter. Annesinin kendisi hakkında kötü bir izlenime kapılmamasını çok fazla önemseyen bu karakter, polis olmanın verdiği avantajla kasaba içinde istediği gibi at koşturmayı kendisine hak gören bir tip. Ciddi anlamda uyuz olduğum bu karakter için hayatta en önemli şey annesinin yanı sıra polis şefi olan Willoughby. Zaten karakterin değişiminin başladığı yer de filmin ikinci yarısı olan Willoughby’nin intiharı sonrasına denk geliyor.
İntihar sonrası reklamcıyı camdan atmasıyla polislikten atılıyor ve bu yaptığı hareketli olumlu bulmaya devam ediyor. Babasının onu çocukken terk ettiği zamanlar gibi Willoughby’nin ölümü sonrası tekrar boşluğa düşüyor ve bu elindeki tek başarı olan polislik de elinden alınmış durumda. Kendini alkole veren Dixon’ın intihar edeceğinin düşünüyodum ki Willoughby’nin Dixon’a bıraktığı mektup ortaya çıkıveriyor.
Mektupta şef Willoughby; hiç ama hiç beklemedğim bir şekilde aslında sen özünde çok iyi birisin, istesen her şeyi başarırsın, kalbinin sözünü dinle, dünya için iyi şeyler yap tarzında şeyler yazmış. Bu mektuptan sonra Mildred’in karakolu yaktığı anda karakolun içinde kaldığı için yüzünün yarısını da kaybediyor. Artık hayatta kaybedecek hiçbir şeyi kalmıyor ve bir de camdan attığı reklamcıdan gördüğü nezaket karşısında iyice kendinden utanıyor. O anda iyi bir insan olmaya başlıyor. Hatta filmin sonunda bir tecavüzcüyü öldürmek için yola çıkan Mildred’in yanında oturan tek karakter Dixon oluyor.
Berbat Sondan Son Anda Vazgeçiş
Filmi güzel güzel izlerken hem bir yandan duruma üzülüyor hem durumu açığa çıkarmak için bir şeyler düşünüyor hem de ara ara yapılan dozunda espriler ile gülebiliyordum. Ama filmin sonlarına doğru Willoughby’nin Mildred’a bıraktığı mektupta yazdığı gibi, “katil birgün bir barda bu hikayeyi anlatırken bile yakalanabilir” sözünden sonra barda yaptığı tecavüzü anlatan leş bir karakter ortaya çıkınca adeta yıkıldım. Bir yandan katilin bulunmasını isterken bir yandan da böyle bulunacaksa tüküreyim böyle filme diyosun. Tabiki önceden planlandığı gibi katil o karakter çıkmıyo ama o çıkıcakmış tedirginginliğ bile ayrı bir dert. Çıksa sevinmek yerine üzülcek olmak da ayrı bir dert. Ülkede olmadığı için bu karaktere de hukuk hiçbir şey yapmıyor ama Dixon ve Mildred filmin sonunda şu elemanı bir ziyaret edelim diye yola çıkıyorlar. Çok büyük bir eksiden son anda nötr duruma getirdi film.
Neden Bunu Yaptınız
Film bittikten sonra akılda bazı sorular ve sorunlar kalmıyo değil. Sorulardan bazıları acaba o şerefsiz tecavüzcüyü vuracaklar mı? İleride olay aydınlatılacak mı? gibi şeyler. Ama bu gibi soruları sordurması normal bir durum.
Normal olmayan, en azından benim için normal olmayan, durum ise filmin tek kötü karakteri olan, ırkçı, saf, masum bir insanı camdan atmış Dixon’ı filmin sonunda bize adeta bir kahraman olarak göstermesi. Böyle kahraman olmaz olsun. Irkçı bir insanı gözümüze bakın koca kasabada yine tek insan bu çıktı hadi alkışlayın diye sokmak bence hiç güzel bir hareket değildi. Kocaman bir çöp olan Dixon bu kadar kısa sürede tüm kötülüklerden arınamaz bu imkansız. Neyse işte bunlar olumsuz olsa da bu iki zıt karakteri Sam Rockwell harika oynamış tekrar belirteyim.
Büyük İroni
Filmde dikkat ettiğim bir konu da (aslında bu konuyu gözümüze sokmuyorlar ama) hukuk sistemindeki komik durum.
Filmde tecavüz edilmiş, yakılmış ve öldürülmüş bir karakter var ama suçlu veya şüpheli yok. Ceza alan da yok.
Filmde dişçinin parmağını delen bir karakter var, şüpheli var, suçlu var. Ceza alan yine yok.
Filmde karakolu kundaklayan, içindeki insanın yanmasına sebep olan bir karakter var, şüpheli var, suçlu var. Ceza alan yine yok.
Filmde ırkçılık yapan, siyahilere kötü davranan, nezarethanede döven bir polis var, şüpheli var, suçlu var. Ceza alan yine yok.
Filmde masum bir karakterin yüzüne copla vuran, onu camdan aşağı atan bir polis var, şüpheli var, suçlu var. Ceza alan yine yok.
Tek ceza alan karakter var ve o da siyahi bir kadın. Suçu da esrar bulundurmak. Ulan bu nasıl iş dalga mı geçiyonuz? Tecavüz, darp, cana kast, kundaklama, adam yaralama, ırkçılık tamamen cezasız esrar ise cezalı.
— Spoiler —
Not: Tamamen yazı bittikten sonra farkediyorumki başta ben bunu uzun uzun yazmam dediğim filmin adını ne uzun ne de kısa bir şekilde bir daha hiç yazmamışım :))
BONUS FİLM POSTERLERİ
Kansız Kvothe — Selim Can Ermiş @2019 Medium Linki
Transfer döneminin bitmesiyle bazı takımların yakın geçmişinde ve bu yaz transfer döneminde neler yaptığına baktığımı söylemiştim. Bir önceki yazımda Bayern Münih’in transfer dönemini değerlendirdim. Yaz transfer döneminde hangi mevkilere takviyeler beklediğimi, bunların hangilerinin karşılandığını ve hangi transferleri beğenmediğimi yazdım. Ayrıca o yazıda Bayern Münih’in Bundesliga ve Şampiyonlar Ligi’nde ki son dönemlerini ele aldım.
Bu kez İtalya’nın eski gücünden çok uzaklaşmış ve yeniden çıkış arayan takımı İnter’i ele almaya çalışacağım.
Artık Şampiyonluk Hedefi Koymak Bile Zor
2004/2005 sezonunda patlak veren “Temiz Ayaklar Operasyonu” nedeniyle Juventus küme düşürüldü ve Milan puan silme cezası yedi. Bu olaydan sonra İnter; 2005/2006, 2006/2007 ve 2007/2008 sezonlarında Mancini yönetiminde üst üste üç şampiyonluk kazandı. Ardından Mancini’nin yerine takımın başına ünlü Portekizli teknik adam Jose Mourinho getirildi. Jose Mourinho yönetiminde de kaldığı yerden devam eden İnter, 2008/2009 ve 2009/2010 sezonlarında şampiyon olarak üst üste şampiyon olma serisini beş seneye çıkardı. Bu müthiş serinin ardından Jose Mourinho Real Madrid’e gitti, İnter’e ise İspanyol hoca Rafael Benitez getirildi.
2010/20011 sezonunda Benitez yönetiminde ikinci olan İnter şapiyonluğu Conte yönetimindeki Milan’a kaptırdı. İtalyan hoca Conte Milan’ı şampiyon yaptıktan sonra Juventus’a transfer oldu ve Juventus efsanesi başlamış oldu. O sezondan sonra sekiz sene üst üste şampiyon olan, küllerinden tekrar doğmuş, Juventus’u kimse tutamadı. Juventus’un hakimiyetine giren Seri A artık İnter için felaket bir lig olmaya başladı. Juventus’un şampiyonluklarıyla geçen bu sekiz sene içinde İnter bir daha hiç ligi ilk üçte bitiremedi. Hatta yedinci, sekizinci ve dokuzuncu olduğu seneler bile oldu.
Artık İnter taraftarları sene başında şampiyonluk hayali kuramaz oldu hatta Şampiyonlar Ligi’ne gitmeyi kendilerine hedef olarak kurmaya başladılar. İtalya’nın 18 kez şampiyonluk kazanmış dev takımı İnter eski başarılı dönemlerine geri dönmeyi çok arzuluyor.
Avrupa Karnesi Sınıfta Kaldı
Beş sene üst üste şampiyon olunan dönemin son senesinde Jose Mourinho önderliğinde Şampiyonlar Ligi’nde finale kadar kaldılar. Finalde Bayern Münih’i 2–0 yenerek 45 sene sonra tekrar Avrupa’nın en büyük takımı oldu. İnter hem Seri A’yı hem de Şampiyonlar Ligi’ni kazanan Mourinho’yu Real Madrid’e kaptırdı ve serbest düşüş başladı.
Ligde çok çok kötü giden İnter, bu Şampiyonlar Ligi şampiyonluğundan sonra 9 sezonda 3 kere Avrupa’ya hiç gidemedi, 3 kere Avrupa Ligi’ne gidip birinde gruptan bile çıkamadı, 3 kere ise Şampiyonlar Ligi’ne katılıp sadece bir kere çeyrek finale çıkabildi.
Hernan Crespo
Elde ettiği en büyük başarı olan çeyrek finali de Şampiyonlar Ligi’nden sonra sadece bir sene sonra elde etti. Sonrasında Avrupa’da korkulan bir takım olmaktan çok uzaklaştı.
Benim tam yetişemediğim dönemde Pirlo’lu, Ronaldo’lu; yetiştiğim dönemde ise Cambiasso’lu, Crespo’lu, Adriano’lu, İbrahimoviç’li o şahane Şampiyonlar Ligi seviyesinden tam bir hayal kırıklığı seviyesine kadar düştü. Aslında İtalya liginde İnter pek sevdiğim bir takım değildir ancak yine de hakkını yemek olmaz çok güçlü bir ekiplerdi.
Battı Balık Yan Gider!
Şampiyonlar Ligi şampiyonluğunun ardından büyük bir başarızlık dönemine giren İnter aynı zamanda borç batağına saplandı. Satılması dedikoduları sık sık duyuluyodu ve sonunda 2016 yılında kulubün yüzde yetmişini Çinlilere sattılar. O zamana kadar sattığı kadar oyuncu alan en fazla 15–20 milyon € bandında zararlara giren kulüp, hiçbir zaman istediği kadroyu kuramamıştı. Yavaş yavaş ellerindeki Milito, Sneijder, Balotelli gibi yıldızları da kaybedip iyice şampiyonluktan uzaklaştılar.
2012/2013 yaz transfer dönemi onlar için en heyecan verici dönemlerden biriydi. Yaptıkları 76 m€’luk transfer harcamsıyla o sene Avrupa’da en çok para harcayan 5. takım oldular. Ayrıca satışlar elde ettikleri 63 m€ ile de o sene en çok transfer geliri elde eden 7. takım oldular.
O yazHandanovic, Guarin, Kovacic, Palacio, Cassanogibi isimlere parayı yatıran İnter,bu oyuncular için verdiği bonservis ücretleriniCoutinho, Pazzini, Sneijder, Pandev, Maciongibi oyuncuları satarak elde etmişti. Büyük umutlarla takımı yenileseler de tam bir fiyasko sezonun ardından 9. oldular ve tarfatarlar artık isyan etmeye başladılar.
Sadece 13 m€ bonservis bedeline Liverpool’a sattıkları Coutinho için Liverpool beş sene sonra Barcelona’dan bonservis bedeli olarak 145 m€ gibi bir servet aldı.
Felaket geçen sezondan sonra taraftarlarına kendisini affetirmek isteyen İnter, 2013/2014 yaz transfer döneminde sadece 10 m€ gelir elde etmesine karşın 60 m€’luk transfer harcaması yaptı. Hernanes ve İcardi gibi iki büyük yıldızı kardosuna kattı. İcardi o zamanlar şimdiki kadar büyük bir golcü olmasa da Sampdoria ile iyi işler çıkarmıştı. İnter onun için sadece 13 m€ ödedi.
Bu harcamalar da yeterli olmadı ve takım o sezonu 5. olarak bitirdi. Devamında gelen yaz transfer döneminde ise 8 m€ bedelle Gary Medel’i kadrosuna katarak tek transferle yetindi ve devamında 8. olarak taraftarlarını tekrar hayal kırıklığına uğrattı.
Takım artık şampiyonluk seviyesinden uzaklaşalı çok oldu ve başarı gelmedikçe kazançlar da azaldı. Hatta öyleki ikinci kez Avrupa kupalarına katılamadılar. Kulubün satılmasından önceki son sene olan 2015/2016 sezonu yaz transfer döneminde elindeki oyuncuları da tutamaz oldular ve o sene Kovacic, Shaqiri, Guarin ve Hernanes gibi oyuncuları satmak zorunda kaldılar. Bu oyunculardan toplam 110 m€ kazandıkları için bu parayı harcamak istediler. 36 m€’ya Kondogbia’yı ve 19 m€’ya Perisic’i aldılar. Satılmadan önceki son transferlerini de böylelikle yapmış oldular.
%70 Çinli %30 Endonezyalı İtalya Takımı İnter
Bütün borçları kapan ve üstüne 270 m€ kadar para veren Çinliler sayesinde o yaza eli çok güçlü girdiler hatta o sene Türk basınında da İnter geri dönüyor haberlerini falan görür olmuştum ama hangi oyuncu bu kadar başarısızlığa alışmış bir kulübe gider? diye düşünmüştüm. 40 m€’ya Joa Mario’yu, 30 m€’ya Gabriel Barbosa’yı, 22 m€’ya Candreva’yı, 14 m€’ya Jovetic’i ve 10 m€’ya Miranda’yı aldılar. O sene toplamda tam 160 m€ harcayarak Avrupa’nın en çok para harcayan 4. takımı oldular. Açıkçası ben de bu sene ilk üçe girerler herhalde diye bekledim ama gidip 7. oldular. Cidden şaka gibi ama değil artık başarısızlık içlerine işlemiş gibiler.
Artık daha da bu takımdan geri dönüş sinyali falan gelmez boşuna umutlanmaya gerek yok diyip takip etmeyi de bıraktım. Serie A’nın Juventus’un tekeline girmesine hiçbir rakibinin olmaması çok canımı sıkmaya başlamıştı. Zaten futbolu 90 dakika izlemeyi artık kaldıramaz duruma gelmiştim haftada en fazla bir tane yabancı lig futbol maçı izlediğim dönem de o maçı da İnter’e harcamak hiç mantıklı değil.
Neyse sonraki yaz çok fazla beğendiğim bir transfer olarak Slovak defans Skriniar’ı 34 m€’ya aldılar. Tarihlerinin en çok para harcadıkları ikinci yazı geçirip 140 m€ para harcadılar. Harcadılar da Skriniar dışında bir tane doğru dürüst topçu almadılar.
Para Nasıl Harcanır Dersi: 2009/2010
İnter’in en son düzgün bir transfer dönemi geçirmesi 2009 yaz transfer dönemine kadar uzanıyor. Bu kadar etki verebileceğini sonunu görene kadar eminim kimse bekleyemezdi. Bir mucize değil belki ancak çok zor bir işti. Mourinho önderliğinde hem ligi hem Şampiyonlar Ligi’ni aldıkları o muhteşem senenin mimarlarından biri de önceki yaz yaptıkları transfer politikası.
Önce bek Maxwell’i 5 m€ karşılığında Barcelona’ya sattılar ardından İbrahimoviç için yine Barcelona’dan 40 m€ + Eto’o’yu bonservisiyle ve Hleb’i kiralık olarak aldılar. 25 m€ karşılığında Diego Milito’yu, 15 m€ karşılığında da Sneijder’i aldılar ve Şampiyonlar Ligi’ni kazanacak olan Sneijder-Milito-Eto’o üçlüsünü kurmuş oldular. Sadece İbrahimoviç’i verip karşılığında bu üçlüye sahip olmak çok büyük bir transfer başarısıydı. Maxwell’den gelen para ile de defansa Lucio’yu aldılar.
Conte Hocam İnter’i Kurtarır Mısınız?
Son sezon 4. olarak Şampiyonlar Ligi gruplarına kalmayı başaran İnter, geçmişte Milan ve Juventus ile ligi toplamda 4 kez kazanan Conte hocamı takımın başına getirdi. Zaten benim de geçmişte bıraktığım İnter maceramı tetikleyen olay Conte oldu. Conte benim aşırı zeki ve çok cesaretli bulduğum bir teknik adam. Özellikle kurtlar sofrası olan Chelsea’yi 10. olduğu sezon sonunda alıp şampiyon yapması müthiş ötesi bir başarı olarak tarihe geçti. Şuan herhangi bir borcu olmayan ve Çin sermayesiyle para harcaması kolaylaşan bir İnter’i kurtarsa kurtarsa Conte hocam kurtarır. Bu sezon takip edeceğim takımlar listesine kafadan giriş yaptılar.
Spaletti’nin 2018/2019 İnter Kadrosu
2018/2019 sezonunda takımın başında olan Luciano Spaletti, genel olarak birbirine yakın üçlü orta saha ile 4–3–3 taktiğini oynatmış. Söylediğim gibi İnter son yıllarda pek takip etmediğim bir takım olmuştu. Forvette İcardi, kalede Handanovic, stoperlerde ise Skriniar ve de Vrij gayet yeterli durumdalar. Eğer bu oyuncular satılmazsa yerlerine oyuncu almaya gerek yok ancak Conte’nin gelişiyle çok acil iki sağlam bek lazım. Hatta koca sezonu bu orta saha ile çıkarmaları çok zor. Özellikle Şampiyonlar Ligi için fazlasıyla zayıf bir orta saha. Kısacası Conte bile gelmiş olsa bu takım için çok fazla takviye gerek.
Para Harcamaya Devam
Yaz transfer dönemi bittiğinde forvet hattına ManU’dan Lukaku’yu 65 m€’ya kadrolarına kattılar ve bence çok iyi bir transfer ancak tabiki yeterli değil. Lukaku’nun gelişiyle İcardi’ye yol gözüktü ve kiralık olarak PSG’nin yolunu tuttu. Stoper için Diego Godin’i bedelsiz olarak aldılar. Bu transfer son yılların en bomba bedelsiz transferlerinden biri olabilir. Normalde bedelsiz transfer denince akla Juventus gelirdi ama bu kez İnter tunayı gözünden vurdu. İki tane sağlam stoperi olan takım için gerek var mıydı? diye düşünülebilir ancak hem bu isim Godin hem de Conte sonrası üçlü stopere dönme ihtimalleri çok yüksek.
ManU’nun kötü sezonu sonrası Lukaku’yu transfer eden İnter, bir diğer M.United oyuncusu Alexis Sanchez’i de kralik olarak takıma kattı. Alexis çok formda olduğu dönemlerde Barcelona ve Arsenal takımlarında fırtınalar estirse de son ManU sezonu tam bir kayıp. Conte hocamın onu sol kanatta etkili kullanmasını ve Lukaku ile gol yükünü çekmelerini bekliyorum. Kiralık olarak gelse de sezon sonunda bence İnter onu takıma katar.
2020 Model İnter
Spaletti ile oynanan 4–3–3 bence artık son bulur ve Conte’nin klasik 3–5–2 sistemine geçiş yapılır ancak hala kafamaki bazı sorular giderilmiş değil.
Soru 1: Bu takıma neden bek alınmadı? Tamam Conte klasik savunma beki oynatmaz ama sağ ve sol kenarda açık oyuncularını tercih etmesi tam bir felaket olur. Bu takım üst düzey bir takım değil nerden baksan orta sıra takımı. Bu kadar fazla güvenilmesin yine 4. sırada kalırlarsa kimse şaşırmaz herhalde.
Soru 2: Bu takımda elde tutulur tek forvet Lukaku iken nasıl çift forvet oynanacak? Eğer ikinci forvet Alexis olacaksa oraya topu kim getirecek? Alexis açıkta oynamazsa nasıl bir etki yaratacak?
Soru 3: Eğer Alexis ikinci forvet oynarsa Lukaku-Alexis ikilisinin arkasındaki pas dağıtan yaratıcı oyuncu kim olacak? Yok derslere tek forvetin Lukaku olduğu 3–4–2–1 sistemi ile oynanacağız; solda Alexis olacağı için sağda kim olacak?
Bu soruların cevaplarını tam olarak bilmesem de Conte hocanın şu onbire yakın bir onbir çıkartmasını bekliyorum. Yinede benim aklıma ikinci forvet olarak Alexis hamlesi tam olarak yatmış değil.
Stoper konusunda eli çok iyi olan Conte acaba biraz daha fazla savunmaya ağırlık verip iki açık beki geri çekip 5–2–1–2 gibi bir sistem dener mi bilmiyorum. Kontra atak futbolu için Alexis yeterli olsa da takım olarak pek de yeterli değiller. Kadro da hala eksikler olduğunu düşünüyorum ancak Conte’nin zekasına çok güveniyorum. Bu işi yapsa yapsa Conte yapar zaten o da başaramazsa artık İnter bir baş altı takımı oldu diyebiliriz.
Sonuç itibariyle bu seneden şampiyonluk beklemek çok büyük hayal olur. Kimse öyle uç beklentilere girmesin. Geçen seneden daha iyi bir futbol oynayacaklarını ve Juventus, Napoli gibi takımlara sıkıntı çıkarıp puan alacaklarını düşünüyorum. Gerçek rakipleri Roma, Milan, Atalanta ve Fiorentina olur ve bunlar arasından sıyrılabilirlerse ilk üçe kafayı sokarlar. Şampiyonlar Ligi için ise maalesef gruplardan ileriye gitmeleri zor ancak bu işlerine gelebilir. Üçüncü olup Avrupa Ligi’ne gitmeleri halinde yolları biraz daha açık olur. Ligin durumuna göre Avrupa Kupası’na da ağrılık verilebilir. Conte hocama 2019/2020 sezonunda başarılar dilerim.